Bu faydalardan bazıları şunlardır:
1. Âhiret gününün sevabını ümit edip Allah'a itaatte bulunmaya ve bu konuda gayretli olmaya teşvik eder.
2. Âhiret gününün azabından ürperip günah işlemekten uzak durmayı ve buna rızâ göstermeyi sağlar.
3. Dünya nimetlerini arzulayıp da elde edemeyen mü’mini, âhiret nimetleri ve sevabını elde edecek olmasıyla teselli eder.
Kâfirler, imkânsız olduğunu iddiâ ederek ölümden sonraki dirilişi inkâr ettiler. Bu iddiânın bâtıl olduğuna şeriat, his ve duygular ve akıl delâlet etmiştir.
1. Şeriat bu iddiânın bâtıl olduğuna delâlet eder.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"İnkâr edenler,(ölümden sonra kabirlerinden) kesinlikle diriltilmeyecekle-rini iddiâ ettiler.(Ey Nebi! Onlara) de ki: Hayır! Rabbime yemîn olsun ki (kabirlerinizden) mutlaka diriltileceksiniz, sonra da (dünyada) yaptıklarınız size haber verilecektir. Bu (durum), Allah'a çok kolaydır."
2. His ve duygular, bu iddiânın bâtıl olduğuna delâlet eder.
Nitekim Allah Teâlâ, bu dünyada ölüleri diriltmeyi kullarına göstermiştir. Bakara sûresinde buna beş örnek verilmiştir:
Birinci örnek: Musa-aleyhisselâm-'ın kavmi, kendisine "Allah'ı apaçık görmedikçe seni tasdik etmeyeceğiz" dediklerinde Allah Teâlâ onları öldürmüş, sonra da yeniden diriltmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ, bu konuda İsrailoğullarına hitaben şöyle buyurmuştur:
"(Ey İsrailoğulları!) Hani siz, ey Musa! Allah’ı apaçık görmedikçe, (işittiğimiz sözün Allah kelâmı olduğunda) seni kesinlikle tasdik etmeyeceğiz, demiştiniz de, gözlerinizle görmüş olduğunuz bir ateş gökten inmişti de (günahlarınız ve Allah'a karşı cüretkâr oluşunuz sebebiyle) gözünüz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı. Ölümünüzden sonra belki (Allah'ın üzerinizdeki nimetlerine) şükredersiniz diye sizi yeniden (yıldırımla) diriltmiştik."
İkinci örnek: İsrailoğullarının üzerinde anlaşmazlığa düştükleri öldürülen adam hakkındaki kıssadır. Allah Teâlâ, onlara bir sığır kesmelerini ve kimin öldürdüğünü onlara haber vermesi için sığırın bir parçasıyla o adama vurmalarını emretmişti.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"(Ey İsrailoğulları!) Hani siz, bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında anlaşmazlığa düşmüştünüz (suçu birbirinize atmıştınız). Oysa Allah gizlemekte olduğunuzu (öldüreni) ortaya çıkaracaktır. Sığırın bir parçası ile ona (öldürülen adama) vurun, dedik. Allah, ölüleri (kıyâmet günü) de işte böyle diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size (O'nun kudretinin kemâline delâlet eden) mucizelerini gösteriyor."
Üçüncü örnek: Binlerce kişi oldukları halde ölüm korkusuyla yurtlarından kaçan topluluk hakkındaki kıssadır. Allah Teâlâ onları öldürmüş, sonra da diriltmişti.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"(Ey Nebi!) Binlerce kişi oldukları halde, (vebâdan veya savaşta) ölüm korkusuyla yurtlarından çıkan (kaçan)ları görmedin mi? Allah onlara: 'Ölün' dedi, (Allah'ın kaderinden kaçtıkları için toptan öldüler. Bir süre) sonra da onları yeniden diriltti. Şüphesiz Allah, (pek çok nimetiyle) insanlara karşı ikram sahibidir. Fakat insanların çoğu (Allah'ın bu ikramına) şükretmezler."
Dördüncü örnek: Yerle bir olmuş, ölü bir kasabaya uğrayan ve Allah Teâlâ'nın orayı tekrar diriltmesini imkânsız olarak gören ve Allah Teâlâ’nın onu yüz sene öldürüp sonra tekrar dirilttiği kimse hakkındaki kıssadır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Veya (ey Nebi!) Altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan ve: 'Allah, ölümden sonra burasını nasıl diriltir? diyen kimseyi gördün mü? Bunun üzerine Allah, onu öldürüp yüz sene bıraktı, sonra onu tekrar diriltti. Ona: (Burada ölü olarak) ne kadar süre kaldın? dedi. O da: Bir gün veya bir günün bir kısmı kaldım, dedi. Hayır, sen yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır (bu kadar uzun sürede onları bozulmadan nasıl korumuştur?). Eşeğine de bak. (Öldükten sonra yeniden diriltmeye Allah'ın gücünün yettiğine açıkça delâlet etmesi için) seni insanlara bir ibret kılalım diye (yaptık).Bir de o kemiklere bak,(dağınık bir halde iken) nasıl bir araya getirip sonra da onlara et giydiriyoruz? dedi. Kendisine bunlar apaçık belli olduktan sonra (Allah'ın azametini itiraf ederek): Artık biliyorum ki Allah’ın her şeye gücü yeter, dedi (ve böylelikle o, insanlara bir ibret oldu)."
Beşinci örnek: İbrahim Halîl -aleyhisselâm- , Allah Teâlâ'ya ölüleri nasıl dirilttiğini kendisine göstermesini istediğinde, Allah Teâlâ ona, dört tane kuş yakalayıp kesmesini, bu kuşları kestikten sonra parçalara ayırmasını, bu parçaları da çevresindeki dağ başlarına koymasını, sonra da onları kendisine çağırmasını emretti. (Böyle yaptıktan sonra) parçalar, birbiriyle kaynaşıp İbrahim -aleyhisselâm-'a koşarak geldiler.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"(Ey Nebi! Hatırlar mısın) İbrahim: Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. (Allah da ona:) Yoksa îmân etmedin mi? dedi. İbrahim: Bilakis (îmân ettim), fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim)! dedi. Bunun üzerine Allah: O halde dört tane kuş yakala. Onları yanına al, sonra onları (parçalayıp) her dağın başına onlardan bir parça koy, sonra da onları kendine çağır; koşarak gelirler. Bil ki Allah, azîzdir (hiçbir şey O'na üstün gelmez), (her işinde) hikmet sahibidir."
Bunlar, ölüleri diriltmenin mümkün olduğuna delâlet eden, vukû bulmuş, hissedilebilen ve algılanabilen örneklerdir.
Meryem oğlu İsâ'nın, Allah Teâlâ'nın izniyle ölüleri diriltmek ve onları kabirlerinden çıkarmak gibi, Allah Teâlâ'nın kıldığı bazı mucizelere daha önce işâret edilmişti.
5. Akıl, Allah Teâlâ'nın varlığına delâlet etmiştir ki bu iki yönden olmaktadır:
a) Şüphesiz Allah Teâlâ, gökleri, yeri ve ikisi arasındaki her şeyi vücûda getiren, gökleri ve yeri baştan yaratandır. Bütün kulları baştan yaratmaya gücü yeten Allah, onu yeniden yaratmaktan âciz kalmaz.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Önce (yoktan) yaratan, (ölümden) sonra onu tekrarlayacak (diriltecek) olan O'dur. Bu (öldükten sonra yeniden diriltmek),O’na (baştan yaratmaktan) daha kolaydır. Göklerde ve yerde bulunan en üstün sıfatlar O’nundur. O, azîzdir (hiçbir şey O'na üstün gelemez), (her işinde) hikmet sahibidir."
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
"(Kıyâmet günü insanı) tıpkı ilk defa yarattığımız (anasından doğduğu gün) gibi onu yeniden diriltiriz. Bunu yerine getirmeyi gerçekten vadettik. Bir şeyi vadettiğimiz zaman (onu dâima) yerine getiririz."
Allah Teâlâ, çürümüş kemiklerin diriltilmesini inkâr edenlere şöyle cevap vermesini emretmiştir:
"(Ey Nebi! Yeniden dirilişi inkâr edene) de ki: Onları (kemikleri) ilk defa yaratmış olan (Allah) diriltecektir. O, bütün yaratılanları en iyi bilendir."
b) Yeryüzü (bazen), üzerinde yeşil ağaç olmaksızın kupkuru ve ölü bir halde olur. Üzerine yağmur yağdığında kıpırdanıp kabarmaya başlar, yemyeşil ve canlı bir hale gelir, her çeşitten iç açıcı bitkiler verir. Yeryüzü kupkuru ve ölü bir halde iken ona yeniden hayat vermeye gücü yeten Allah, ölüleri diriltmeye de gücü yeter.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Yeryüzünü kupkuru görmen de, O'nun (birliği ve kudretine delâlet eden) âyetlerindendir. Biz, onun üzerine suyu (yağmuru) indirdiğimizde harekete geçip kabarır. Şüphesiz ona (toprağa) bu şekilde hayat veren (Allah), ölüleri de mutlaka diriltecektir. O’nun her şeye gücü yeter."
Başka bir âyette şöyle buyurmuştur:
"Gökten bereketli bir su (çok faydalı bir yağmur) indirdi, onunla bahçeler ve biçilecek ekinler bitirdik. Kullara rızık olsun diye birbiri üzerine kümelenmiş tomurcuklu, uzun boylu hurma ağaçları (bitirdik). (Ölü toprağa hayat verdiğimiz gibi, gökten indirdiğimiz) bu su ile ölü (bitkisiz) beldeye de hayat verdik. İşte kabirden çıkış da böyledir (sizi, öldükten sonra kıyâmet günü kabirlerinizden işte böyle çıkaracağız)."
Kalplerinde eğrilik olan bazı topluluklar, gerçeğe aykırı olduğu için böyle bir şeyin mümkün olamayacağını iddiâ edip bu yoldan sapmışlar, kabir azabını ve nimetlerini inkâr ederek şöyle demişlerdir:
"Zirâ ölünün kabri açılmış olsa, ölünün kabre konulduğu gibi, cesedinde hiçbir değişiklik olmadığı, kabrin ne genişlediği, ne de daraldığı anlaşılacaktır."
Bu iddiâ şeriat, duyular ve akılla bâtıldır.
1. Şeriat, bu iddiâyı bâtıl ve geçersiz kılmıştır.
Kabir azabı ve nimetinin sâbit olduğuna delâlet eden ölümden sonraki bütün hususlar, âhiret gününe îmân ile bağlantılı olduğuna dâir Kur'an ve sünnetten delilleri daha önce zikretmiştik.
Nitekim Abdullah b. Abbas'tan -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunan hadiste, o şöyle der:
"Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- (bir gün) Medine'de bir hurma bahçesinden çıkarken (geçerken) kabirlerinde azap çeken iki insanın sesini işitti. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
-Bu ikisi azap çekiyorlar. Çektikleri azap da büyük bir şey değildir (kolay olan, fakat ondan korunmaları nefislerine zor gelen bir şey idi.) Oysa o şey, büyük günah idi.
Sonra şöyle buyurdu:
-Evet! Onlardan birisi, idrar sıçramasına karşı korunmaz, diğeri ise (insanlar arasında) laf getirip- götürürdü.
Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- sonra yaprağı olmayan yaş bir hurma dalı isteyerek onu ikiye ayırdı.Bir parçasını birinin üzerine dikti, diğerini de öbürünün üzerine dikti ve şöyle buyurdu:
-Bu iki dal yaş kaldıkça o ikisinden azabın hafifletilmesini ümit ederim."
2.Duyu ve hisler, bu iddiâyı bâtıl ve geçersiz kılmıştır.
Zirâ insan, uykusunda kendisini geniş ve güzel bir yerde, nimetler içerisinde olduğunu görebilir veyahut da kendisini, acı çektiği dar ve korkunç bir yerde görebilir. Belki de bazen uykusunda gördüğü şeyden dolayı uyanır. Bununla birlikte o, kendi odasında bu hal üzere yatağının üzerindedir.
Uyku, ölümün kardeşidir. Bu sebeple Allah Teâlâ, uykuyu ölüm olarak adlandırmıştır.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Allah, ölüm vakti gelen canları alır. Ölüm vakti gelmeyen canı ise, uykusunda alır. Ölümüne hükmettiği canı alır, diğerini ise belirlenmiş bir vakte (eceli ve rızkı tamamlanıncaya) kadar salıverir. Şüphesiz bunda, iyi düşünen bir topluluk için (Allah'ın kudretine delâlet eden apaçık) işaretler vardır."
3. Akıl, bu iddiâyı bâtıl ve geçersiz kılmıştır:
Zirâ uyuyan kimse, uykusunda gerçeğe uygun bir rüyâ görebilir. Belki de Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'i kendi vasfında görebilir. Onu kendi vasfında gören kimse, gerçekten görmüş demektir. Bununla birlikte uyuyan kimse, gördüğü şeyden uzak olmasına rağmen kendi odasında, yatağının üzerinde uzanmış bir haldedir. O halde bu durum, dünyada mümkünse, âhirette neden mümkün olmasın?
Onların:
"Zirâ ölünün kabri açılmış olsa, ölünün kabre konulduğu gibi, cesedinde hiçbir değişiklik olmadığı, kabrin ne genişlediği, ne de daraldığı anlaşılacaktır."
Diye iddiâ ettikleri bu sözü dayanak göstermelerine gelince, buna iki yönden cevap verebiliriz:
Birincisi:
Bu gibi geçersiz ve tutarsız şüphelerle İslâm'ın getirdiği şeylere karşı çıkmak câiz değildir. Buna karşı çıkan kimse, eğer İslâm'ın getirdiği şeyleri gereği gibi iyice düşünmüş olsaydı, bu şüphelerin bâtıl ve geçersiz olduğunu bilirdi.
Nitekim şâirin birisi bu konuda şöyle demiştir:
"Doğru sözü ayıplayıp kötüleyen birçok kimse vardır, fakat asıl felâket, onun hasta ve bozuk anlayışındadır."
İkincisi:
Berzah halleri, his ve duyularla idrâk edilemeyen gaybî şeylerdendir. Eğer bu haller his ve duyularla idrâk edilseydi, gayba îmânın faydası elden gider ve gayba îmân eden mü'minlerle gaybı inkâr eden kâfirler bir olurdu.
Üçüncüsü:
Kabir azabı, kabir nimetleri, kabrin geniş veya dar olması gibi şeyleri, başkası değil de sadece ölü hisseder. Dolayısıyla uyuyan kimse, kendisini uykusunda dar ve korkunç veya geniş ve güzel bir yerde, nimetler içerisinde olduğunu görebilir. Başkasına göre onun uykusu değişmemiştir. Bununla birlikte o, odasında bu hal üzere yatağı ile yorganı arasındadır.
Nitekim Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ashâbı ile birlikte olduğu sırada kendisine vahiy gelirdi. Kendisi vahyi işitir, sahâbe ise işitmezlerdi. Bazen de melek ona bir adam sûretinde görünür ve onunla konuşurdu. Sahâbe ise meleği görmez ve konuştuğunu da işitmezlerdi.
Dördüncüsü:
Allah Teâlâ'nın kullarına sağladığı idrâk etme imkânı sınırlıdır. Bu sebeple onların, var olan her şeyi idrâk etmeleri mümkün değildir. Örneğin yedi kat gökler, yeryüzü ve göklerle yer arasında bulunan her şey, Allah Teâlâ'yı gerçek anlamda tesbih eder. Allah Teâlâ kullarından dilediklerine bazen bu tesbihi işittirir. Bununla birlikte bu tesbih, bizden gizlenmiştir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Yedi gök, yer ve onların içinde ne varsa, hepsi O’nu tesbih eder. O’na hamd ederek, tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini idrâk edemezsiniz. Şüphesiz O, (kendisine karşı gelene hemen azap etmeyip) yumuşak davranan, (onları) çokça bağışlayandır."
Aynı şekilde şeytanlar ve cinler, yeryüzünde gidiş ve dönüşlerinde koşarlar.Nitekim cinler, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e gelmişler, onun Kur'an okumasına kulak verip dinlemişler, sonra da cinler topluluğuna uyarıcılar olarak dönmüşlerdi. Bununla birlikte cinler, bizden gizlenmişlerdir.
Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Ey Âdemoğulları! Şeytan, anne ve babanızı (Âdem ve Havvâ'yı), ayıp yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi, sakın (günahı güzel göstermek sûretiyle) sizi de aldatmasın. Zirâ şeytan ve yandaşları, sizin onları göremediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları îmân etmeyenlerin dostları kıldık."
Allah'ın kulları, var olan her şeyi idrâk edemiyorlarsa, gaybî olan ve onların idrâk edemedikleri şeyleri de inkâr etmeleri asla câiz değildir.
Teğâbun Sûresi: 7
Bakara Sûresi: 55-56
Bakara Sûresi: 72-73
Bakara Sûresi: 243
Bakara Sûresi: 259
Bakara Sûresi: 260
Rûm Sûresi: 27
Enbiyâ Sûresi:104
Yâsîn Sûresi:79
Fussilet Sûresi:39
Kâf Sûresi:9-11
Buhârî
Buna büyük ölüm denir.Ölümün gelmesi, ecelin sona ermesiyle olur.
Bu sebeple uyku, küçük ölüm olarak adlandırılmıştır. (Çeviren)
Zümer Sûresi: 42
İsrâ Sûresi: 44
A'râf Sûresi: 27